e-ISSN 2147-2475
Cilt : 10 Sayı : 2 Yıl : 2024

Hızlı Arama




RESPIRATORY CASE REPORTS - Respir Case Rep: 10 (2)
Cilt: 10  Sayı: 2 - Haziran 2021
OLGU SUNUMU
1.
Hamilelikte COVID-19: Her Kararda Anne ve Bebeğin Rolü
COVID-19 During Pregnancy: The Role of the Mother and Baby in Every Decision
Nazlı Çetin, Erhan Uğurlu, Merve Türkarslan, Cihan Kabukçu, Furkan Ufuk
doi: 10.5505/respircase.2021.38980  Sayfalar 67 - 72
Gebelikte COVID-19, değişen immunite; tanı ve tedavideki farklılıklar ile ayrı ele alınması gereken, bilgilerimizin sınırlı olduğu bir klinik tablodur. Gebelikte gerçekleşen fizyolojik değişiklikler ve pek çok viral hastalıkta artmış mortalite ve morbidite göz önüne alındığında, gebeliğin enfeksiyonlara yatkınlığa ve solunumsal semptomlarda şiddetlenmeye neden olabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle riskli gruplar arasında değerlendirilmesi gereken gebelerde COVID-19 yönetimi klinisyenler için zorluklar içermektedir. COVID-19 ile ilgili çok sayıda çalışma yayınlanmış ya da devam etmekte olsa da gebeler genellikle klinik çalışmaların dışında tutulmaktadır. Bu nedenle klinik deneyimler, olgu paylaşımları literatürde önemli bir yer tutmaktadır. Kliniğimizde takip ettiğimiz, tekrarlayan üst solunum yolu örneklemelerinde SARS CoV-2 saptanmaması nedeniyle tanısı geciken, gebelikte kullanılabilen COVID-19 tedavisi altında klinik bulgularda kötüleşme olması üzerine multidisipliner yaklaşım ile sezaryen kararı alınarak tedavisi şekillendirilen olgumuzu, tanı süreci ve tedavi yaklaşımına dikkat çekerek sunmayı amaçladık.
Contracting COVID-19 during pregnancy is a clinical concern as knowledge of altered immunity is limited, and so cases should be considered separately in terms of diagnosis and treatment. Although there is no clear evidence that pregnancy increases the risk of COVID-19, it is thought that susceptibility to infection and the intensification of respiratory symptoms may be increased, given the physiological changes in pregnancy and increased mortality and morbidity in many viral diseases. Accordingly, the management of COVID-19 in pregnant patients and those considered among the high-risk groups represent a challenge for clinicians. Numerous studies of COVID-19 have been published to date or are ongoing, yet pregnant women are generally excluded from clinical studies. Clinical experiences and case reports occupy an important position in literature, and we present hare a case in which the diagnosis of a patient being followed by our clinic was delayed due to the absence of SARS CoV-2 in recurrent upper-respiratory-tract sampling, and whose clinical findings worsened with initial COVID-19 treatment during pregnancy. Her delivery by caesarean section (C-section) was the result of a multidisciplinary decision. We draw attention to the diagnostic process and treatment approach.

2.
Mepolizumab Alan Ağır Astım Hastalarında İlk SARS-CoV-2 Enfeksiyonu
First SARS-CoV-2 Infection in Patients with Severe Asthma Receiving Mepolizumab
Emel Atayık, Gökhan Aytekin
doi: 10.5505/respircase.2021.43650  Sayfalar 73 - 77
Şiddetli akut solunum sendromu koronavirüs (SARS-CoV) -2, SARS-CoV ailesiyle aynı aileye mensup, zoonotik bir viral patojendir. Bu zamana kadar, literatürde, ağır astım sebebiyle mepolizumab tedavisi alan ve aynı zamanda COVID-19 gelişen bir olgu bildirilmemiştir. Ağır non-atopik astım tedavisi için son 6 aydır, mevcut astım tedavilerinin yanında, mepolizumab tedavisi uygulanan 61 yaşında erkek hasta, Eylül 2020'de kliniğimize yüksek ateş, son 3-4 günde gelişen koku ve tat duyusunda kayıp, kuru öksürük ve nefes darlığı şikayetleri ile başvurdu. Hastanın akciğer tomografisinde her iki akciğer alt lob bazal kısımlarında yama şeklinde buzlu cam dansiteleri izlendi ve hastanın SARS-CoV-2 için PCR sonucu pozitifti. Hastaya hidroksiklorokin, favipiravir ve antikoagülan tedavi başlandı ve hasta evde karantinaya alındı. Takiplerinde, tedavinin 5. gününde hastanın şikayetleri önemli ölçüde rahatladı. Ağır astım hastalarının tedavisinde kullanılan ilaçlarin COVID-19 enfeksiyonu üzerine etkilerini inceleyen geniş ve kapsamlı çalışmalara ihtiyaç olduğu aşikar olmakla beraber, anti-viral etkinliği sebebiyle, bu hasta grubunda, mepolizumabın COVID-19 enfeksiyonu tedavisine olumlu katkıları göz ardı edilmemeli ve takip edilmelidir.
Severe acute respiratory syndrome coronavirus (SARS-CoV)-2 is a zoonotic viral pathogen belonging to the same family as SARS-CoV. To the best of our knowledge, no case that was receiving mepolizumab for severe asthma and that developed COVID-19 has been reported to date in literature. In September 2020, a 61-year-old male patient undergoing monthly mepolizumab treatment for the last 6 months, in addition to his current asthma treatment, was admitted to our clinic with complaints of high fever (38-38.50C), loss of senses of taste for 3-4 days, as well as nonproductive cough and shortness of breath. Patchy ground-glass densities were observed in basal parts of lower lobes of both lungs, and the patient recorded a positive nasopharyngeal real-time PCR SARS-CoV-2 test. The patient was initiated on hydroxychloroquine, favipiravir and an anticoagulant, and home quarantine was recommended. The patient's complaints had relieved significantly by day 5 of the treatment. There is a need for larger and more extensive studies on the effect of medications used for the treatment of patients with severe asthma on COVID-19 infection, and due to its antiviral effects, the potential favorable contribution of mepolizumab to the treatment of COVID-19 infection in this patient group should be monitored.

3.
Anti-TNF Ajan Kullanan Ankilozan Spondilitli İki Hastada COVID-19 Pnömonisi
COVID-19 Pneumonia in two Patients with Ankylosing Spondylitis Using Anti-TNF Agents
İdris Kurt, Ebru Çakır Edis, Habibe Tülin Elmaslar Mert
doi: 10.5505/respircase.2021.60565  Sayfalar 78 - 82
Çin’de, Aralık 2019’da görülmeye başlanan yeni tip koronavirus (SARS-CoV2) hızla tüm dünyaya yayılmış ve küresel bir sorun haline gelmiştir. Kardiyovasküler hastalık, hipertansiyon, diyabet gibi komorbiditesi olan kişilerde COVID-19 daha sık rastlanmakta ve daha ağır seyretmektedir. Romatolojik hastalıkların ve bunların tedavisinde kullanılan ilaçların COVID-19 gelişme riskini arttırıp arttırmadığı tartışmalıdır. Literatürde özellikle Ankilozan Spondilitli hastalarda COVID-19 gelişimi ile ilgili veri eksikliği mevcuttur. Biz bu olgu sunumunda Anti-TNF kullanırken, COVID-19 enfeksiyonu geçiren, iki Ankilozan Spondilit’liyi sunmayı amaçladık. Komorbiditesi olmayan genç hastamız, antiviral ve destek tedavisi ile hızlı şekilde iyileşti. Kronik kardiyovasküler ve böbrek hastalığı olan yaşlı hastamızın seyri daha ağır oldu ve hayat kaybı ile sonuçlandı. COVID-19 enfeksiyonun seyri ve mortalitesi, altta yatan komorbid hastalıklar ile yakın ilişkilidir. Ankilozan Spondilitli iki olgu örneği üzerinden romatolojik hastalıklar ve kullanılan immünsupresif tedavilerin yeni tip koronavirüs enfeksiyonu seyrine etkisini, literatür eşliğinde, tartışmayı amaçladık.
The new type of coronavirus (SARS-CoV2) reported to have originated in China in December 2019 has spread rapidly all over the world and has become a global problem. COVID-19 is more common and more severe in people with such comorbidities as cardiovascular disease, hypertension and diabetes. There is a lack of consensus on whether rheumatological diseases and drugs used in their treatment increase the risk of developing COVID-19. There is also lack of data in literature regarding the development of COVID-19, especially in patients with Ankylosing Spondylitis. This case presentation relates to two patients with Ankylosing Spondylitis using anti-TNF agents who were affected by COVID-19. The younger of the two, who had no comorbidities, healed quickly with antiviral and supportive therapy, while the older patient, who had cardiovascular and chronic kidney comorbidities, experienced an aggressive disease course and did not survive. The course of COVID-19 infection and mortality is strongly connected with underlying comorbidities. Our focus here is on rheumatological diseases, their immunosuppressive treatments and their impact on the course of the novel type Coronavirus infection, based on two cases of Ankylosing Spondylitis, in light of literature.

4.
Hastane Yatışı Olmayan İki Olguda COVID-19 Enfeksiyonu Sonrası Gelişen Pulmoner Em-boli
Pulmonary Embolism after COVID-19 Infection in two Non-hospitalized Cases
İlker Yılmam, Bilkay Serez Kaya, Ebru Çakır Edis
doi: 10.5505/respircase.2021.24392  Sayfalar 83 - 86
Ağır Akut Solunum Sendromu Coronavirus 2’nin (SARS-CoV2) etken olduğu SARS-CoV2 enfeksiyonu; inflamasyon artışı, trombosit aktivasyonu, endotel disfonksiyonu ve kan akımında stazın etkisiyle hem venöz hem de arteriyel sistemde tromboz gelişimine neden olabilir. Bu nedenle pekçok rehber yatan hastalarda tromboz profilaksisi önermesine rağmen, ayaktan takip edilen hastalarda önerilmemektedir. COVID-19 enfeksiyonu nedeni ile tedavi verilen ve hastane yatışı gerekmeyen iki hastamızda, tedavi sonrasında nefes darlığı ve göğüs ağrısı yakınmaları ile başvurdukları acil serviste, bilgisayarlı tomografi tetkikinde pulmoner emboli saptandı. Biz bu olgular ile non-hospitalize hastalarda, kanama / tromboz dengesi göz önünde bulundurularak, tromboz profilaksisi gerekliliğini vurgulamak amacı ile sunmayı uygun bulduk.
SARS-CoV2 infection caused by Severe Acute Respiratory Syndrome Coronavirus 2 (SARS-CoV2) may result in thrombosis development in both venous and arterial systems under the effects of inflammation increase, thrombocyte activation, endothelial dysfunction and stasis in blood flow. Accordingly, although many guidelines recommend thrombosis prophylaxis for hospitalized patients, it is not recommended for outpatients. Pulmonary embolisms were detected on computed tomography examinations performed in the emergency department in the two patients in the present study, who were being treated for coronavirus disease-19 (COVID-19) infection, but who did not require hospitalization, and who presented with complaints of shortness of breath and chest pain after treatment. We deemed it appropriate to present these cases in non-hospitalized patients to emphasize the need for thrombosis prophylaxis, considering the balance of bleeding and thrombosis.

5.
Covıd-19 Ayırıcı Tanısı Nedeniyle Geciken Bir Vaskülit Olgusu
A Case of Vasculitis Delayed Due to COVID-19 Differential Diagnosis
Damla Serçe Unat, Aysu Ayrancı, Gülru Polat, Gülistan Karadeniz, Melih Büyükşirin
doi: 10.5505/respircase.2021.98216  Sayfalar 87 - 91
Çin’in Wuhan kentinde 2019 Aralık ayında ortaya çıkan COVID-19 hastalığı, salgın oluşturması ve asemptomatik taşıyıcılıktan mortaliteye kadar oldukça geniş yelpazede semptomlar göstermesi nedeni ile tüm dünyada önemli bir yer edinmiştir. Bu nedenlerden dolayı COVID-19 tanısına yoğunlaşılması, diğer hastalıkların tanı ve tedavisinde bazı zorluklar ve gecikmelere neden olmuştur. Vaskülit, çoklu organ tutulumu ve farklı klinik seyirleri ile tanı ve tedavisi oldukça zor bir hastalık grubunu oluşturmaktadır. Radyolojik özellikleri nedeniyle de COVID-19 ayırıcı tanısında güçlük yaşanmaktadır. Altmış beş yaşında kadın hasta, kuru öksürük, yürümekle olan nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikayetleri ile başvurdu. Hasta dış merkezde ve kliniğimizde birçok kez COVID-19 açısından tetkik edildi. Bu nedenle vaskülit tanısında gecikildi. COVID-19 ön tanısı ile tetkik edilen, uzun süreli ve multisistemik semptomları olan hastalarda vaskülit tanısı da akılda tutulmalıdır.
The COVID-19 disease – which emerged in Wuhan, China in December 2019 – has had a significant effect on the whole world having developed into a pandemic, with a wide range of symptoms ranging from asymptomatic carrier to mortality. The focus on COVID-19 diagnosis for these reasons has led to difficulties in the diagnosis and treatment of other diseases. Vasculitis is a very difficult disease group due to its multi-organ involvement and different clinical courses. Due to its radiological properties, there the differential diagnosis of COVID-19 can be difficult. A 65-year-old female patient was admitted with a complaint of dry cough, shortness of breath when walking and chest pain. The patient was examined many times for COVID-19, both in our hospital and in other clinics, and for this reason, the diagnosis of vasculitis was delayed. A diagnosis of vasculitis should be kept in mind in patients with prolonged and multi-systemic symptoms when examined with a pre-diagnosis of COVID-19.

6.
Konnektif Doku Hastalığı ve ALCAPA Sendromu olan Bir Hastada Pulmoner Arteriyal Hipertansiyon
Pulmonary Arterial Hypertension in a Patient with Connective Tissue Disease and ALCAPA Syndrome
Wang Kin Wong, Wan-Jing Ho, Jaw-Ji Chu, Shue-Fen Luo
doi: 10.5505/respircase.2021.45722  Sayfalar 92 - 94
Mikst konnektif doku hastalığı olan 43 yaşındaki kadında, pulmoner arteriyel hipertansiyon araştırmaları sırasında, yaşayan bir yetişkinde, pulmoner arterden orijin alan sol koroner arter anomalisi saptandı. Konjenital anomalinin cerrahi tedavisi öncesi ve sonrası, ciddi pulmoner hipertansiyon yönetim stratejisini açıklıyoruz.
A 43-year-old female with mixed connective tissue disease was incidentally discovered to be an adult survivor of an anomalous left coronary artery originating from the pulmonary artery during a work-up for her pulmonary hypertension. We describe here the management strategy of severe pulmonary hypertension prior to and after the surgical correction of the congenital anomaly.

7.
ARDS ve Çoklu Organ Tutulumu ile Komplike Ciddi Plasmodium Vivax Enfeksiyonu Olgusu
A Case of Severe Plasmodium Vivax Infection Complicated by ARDS and Multiple Organ Involvement
Burcu Acar Çinleti, Bengisu Arabacı, Filiz Yıldız, Ozgur Samancilar, Ozlem Ediboglu, Cenk Kıraklı
doi: 10.5505/respircase.2021.89266  Sayfalar 95 - 100
Komplike malaryanın başlıca sebebi Plasmodium falciparum olmakla birlike, Plasmodium vivax sıklığı da giderek artmaktadır. Bu makalede, akut respiratuar distres sendromu ile komplike olan ve ekstrakorporeal membran oksijenasyonu desteği uyguladığımız bir hastamızı sunduk. Hasta 49 yaşında olup, skuamöz hücreli karsinom için yapılan sağ üst lobektomi operasyonundan sonra hipoksemi gelişti ve akciğer grafisinde ilerleyici bilateral infiltratlar ortaya çıktı. Preoperatif dönemde mevcut olmayan, ateş, trombositopeni ve splenomegali görüldü. Periferik yayma yapıldı ve plasmodium vivax enfeksiyonu tespit edildi. Hipoksemisi derinleşti ve entübe edildi. Bronkoskopik değerlendirmede lobektomi güdüğünde fistül saptandı. Refrakter hipoksemi ve fistül iyileşmesi için venö-venöz ekstrakorporeal membran oksijenasyonu desteğine alındı, ancak akciğer koruyucu ventilasyon stratejilerine ve ekstrakorporeal membran oksijenasyonuna rağmen hasta kaybedildi. Bu olgu ile plasmodium vivax’ın nadiren akut respiratuar distres sendromu ve çoklu organ yetmezliğine neden olabileceğini vurgulamak istedik.
Complicated malaria is caused mainly by Plasmodium falciparum, and increasingly nowadays by Plasmodium vivax. We report a case of vivax malaria complicated by acute respiratory distress syndrome and treated with extracorporeal membrane oxygenation. A 49-year-old patient was operated due to squamous cell carcinoma. After a successful right upper lobectomy operation, he became hypoxemic and developed progressive bilateral lung infiltrates. He had fever, thrombocytopenia and splenomegaly that were not present in the preoperative timeline. A peripheral blood smear verified Plasmodium vivax infection. The patient deteriorated clinically and was intubated. A bronchoscopic evaluation revealed a fistula in the lobectomy stump. Veno-venous extracorporeal membrane oxygenation was initiated due to refractory hypoxemia and to improve healing of the fistula. Our patient expired despite lung protective ventilation and extracorporeal membrane oxygenation support. This case is presented to emphasize the rare occurrence of ARDS and multiple organ failure in Plasmodium vivax infections.

8.
Aspergillozis: Allerjik Bronkopulmoner Aspergillus'tan İnvazif Aspergillozis'e
Aspergillosis: from Allergic Bronchopulmonary Aspergillosis to Invasive Aspergillosa
Damla Serçe Unat, Aysu Ayrancı, Gülru Polat, Gülistan Karadeniz, Ömer Selim Unat, Fatma Demirci Üçsular
doi: 10.5505/respircase.2021.77044  Sayfalar 101 - 104
Allerjik Bronkopulmoner Aspergillozis (ABPA), havayollarının Aspergillus fumigates ile kolonizasyonuna yanıt olarak gelişen kompleks bir hipersensitivite reaksiyonudur. Aspergillus türleri doğada pek çok yerde bulunur ve enfeksiyöz konidyumların inhalasyonu sık görülen bir olaydır. Ancak, doku invazyonu nadirdir. Doku invazyonu en sık olarak hematolojik malignite ya da solid organ transplantasyonu için immünsüpresif tedavi alan hastalarda görülür. Elli sekiz yaşında erkek hasta 1 hafta önce başlayan, dispne, öksürük ve hemoptizi şikâyeti ile başvurdu. On bir ay önce ABPA tanısı ile oral kortikosteroid ve itrakanazol tedavisi başlanan hastanın, bilgisayarlı tomografisi ve laboratuvar bulguları, invazif aspergillozis olarak değerlendirildi. Bronş aspirasyonunda aspergillus fumigatus üreyen hastaya intravenöz vorikanozol başlandı. Takiplerinde genel durumu kötüleşen hasta yoğun bakıma nakil verildi. Fakat yoğun bakım yatışının 3. gününde exitus oldu. Birçok hastalığın tedavisinde kullanılan sistemik kortikosteroidler, immünosupresif özellikleri nedeniyle dikkatli kullanılmalıdır. Bu nedenle, ABPA tedavisinde sistemik kortikosteroid kullanımı, dikkatle yönetilmesi gereken bir tedavi şeklidir.
Allergic Bronchopulmonary Aspergillosis (ABPA) is a complex hypersensitivity reaction that develops in response to the colonization of the airways with Aspergillus fumigates. Aspergillus species are found in many places in nature, and while the inhalation of infectious conidia is a common occurrence, tissue invasion is rare, occurring most frequently in patients undergoing immunosuppressive therapy for hematological malignancy or solid organ transplantation. A 58-year-old male patient presented with dyspnea, cough and hemoptysis that had started 1 week earlier. The patient had been started on oral corticosteroid and itracanazole treatment following a diagnosis of ABPA 11 months previously. Computed tomography and laboratory findings were evaluated as invasive aspergillosis. Aspergillus fumigatus was identified in bronchial aspiration, and intravenous voriconasole was started. The patient’s general condition worsened during follow-up and was transferred to intensive care, but died on the 3rd day of ICU hospitalization. Systemic corticosteroids applied for the treatment of many diseases should be used with caution due to their immunosuppressive properties, and the use of systemic corticosteroids in the treatment of ABPA must be carefully managed.

9.
Legionella Pnömonisinin Nadir Bir Komplikasyonu: Sensörinöral İşitme Kaybı
A Rare Complication of Legionella Pneumonia: Sensorineural Hearing Loss
Gözde Kalbaran Kısmet, Oğuzhan Okutan, Hasan Furkan Avcı, Tayfun Çalışkan, Zafer Kartaloğlu
doi: 10.5505/respircase.2021.58815  Sayfalar 105 - 108
Legionella pnömonisinde sensörinöral işitme kaybı nadir bir komplikasyon olup Legionella türlerinin endoktoksin benzeri maddeler üretimi ile bunların immün-aracılı etkisi nedeniyle meydana geldiği düşünülmektedir. Kırk üç yaşında erkek hasta son beş gündür olan ateş, titreme, hırıltı ve işitme kaybı şikayetleri ile başvurdu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral yaygın buzlu cam dansiteleri ve hava bronkogramı içeren konsolidasyonlar saptandı. Saf ses odyometrisinde bilateral orta derecede sensörinöral işitme kaybı tespit edildi. İdrarda Legionella antijeni pozitifliği ile Legionella pnömonisi tanısı konuldu. Florokinolon ve kortikosteroid tedavisi ile klinik ve radyolojik iyileşme gözlendi. Hasta, Legionella pnömonisinin nadir ancak önemli bir komplikasyonu nedeniyle literatür eşliğinde sunuldu.
Sensorineural hearing loss, a rare complication in Legionella pneumonia, is said to be attributable to the production of endoctoxin-like substances by Legionella species and their immune-mediated effect. A 43-year-old male patient presented with complaints of fever, chills, wheezing and hearing loss for the past five days. Bilateral widespread ground glass densities and consolidation, including air bronchogram, were detected in a thorax computed tomography. Bilateral moderate sensorineural hearing loss was detected upon a pure audio audiometry. Legionella pneumonia was diagnosed based on the presence of the Legionella antigen in the urine. Clinical and radiological improvement was achieved with fluoroquinolone and corticosteroid treatment. This case is presented to literature as a rare but significant complication of Legionella pneumonia.

10.
Bronkoskopik Olarak Coil Yerleştirilen Bölgede Tüberküloz Dışı Mikobakteri ve Bronşektazi Birlikteliği: Olgu Sunumu
Coexistence of Non-tuberculosis Mycobacterium and Bronchiectasis at the Region of Bronchoscopic Coil Insertion: A Case Report
Efsun Gonca Uğur Chousein, Elif Tanrıverdi, Demet Turan, Zeynep Yıldırım, Mustafa Çörtük, Halit Çınarka, Mehmet Akif Ozgul, Erdoğan Çetinkaya
doi: 10.5505/respircase.2021.96158  Sayfalar 109 - 113
Dünyada önde gelen ölümlere ve yüksek küresel sağlık giderlerine neden olan kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), özellikle şiddetli amfizem için yeni tedavilere ihtiyaç vardır. Bu konuda umut vaat eden tedavilerden biri de hastanın radyolojik ve fonksiyonel durumuna göre seçilen coil veya valfler ile uygulanan bronkoskopik akciğer hacim azaltıcı tedavilerdir (BAHAT). Yeni bir tedavi olarak kabul edildiği için pnömoni, pnömonitis, pnömotoraks, kanama, solunum yetmezliği ve kalp durması gibi işlemin erken komplikasyonları daha iyi bilinirken, geç komplikasyonları daha az bilinmektedir. Bronkoskopik akciğer hacmi azaltıcı tedavi (BAHAT) olarak coil uygulanan bölgede 2 yıl sonra yeni gelişen bronşektatik alanda tüberküloz dışı mikobakteri (Mycobacterium abscessus) üremesi saptanan ve tedavi edilen olgu bu komplikasyonun geliştiği ilk olgu olarak sunulmuştur. Amfizem için ümit verici yeni bir tedavi olarak kullanıma giren bronkoskopik akciğer hacminin azaltıcı tedavi; erken dönem komplikasyonlarının yanı sıra geç dönem komplikasyonlar açısından da değerlendirilmeli ve takip edilmelidir.
Novel treatments are needed for chronic obstructive pulmonary disease (COPD), and particularly for severe emphysema, which is one of the leading causes of morbidity and mortality and is responsible for high global health costs. One promising treatment is bronchoscopic lung volume reduction (BLVR), with coils or valves selected according to the patients’ radiological and functional status. Since being accepted as a new treatment, early complications of BLVR procedures in the form of pneumonia, pneumonitis, pneumothorax, hemorrhage, respiratory failure and cardiac arrest have become better known, while late complications are less known. We discuss here a patient diagnosed with a lower respiratory tract infection due to a non-tuberculous mycobacterium (Mycobacterium abscessus) at a newly developed bronchiectasis site, 2 years after BLVR with a coil, as the first case report of such a complication. Bronchoscopic lung volume reduction is a promising treatment for severe emphysema, although patients should be evaluated for long-term complications aside from those occurring in the early period.

11.
Trakeal Tutulum ile Malign Kitle Lezyonunu Taklit Eden ve Video Yardımlı Mediastinoskopi ile Tanı Alan Fibrozan Mediastinit Olgusu
A Case of Fibrosing Mediastinitis Mimicking Malignant Mass Lesion with Tracheal Involvement, Diagnosed by Video-assisted Mediastinoscopy
Seher Susam, Berna Eren Komurcuoglu, Kenan Can Ceylan, Nur Yücel
doi: 10.5505/respircase.2021.24654  Sayfalar 114 - 118
Öksürük ve dispne şikayeti ile başvuran 27 yaşındaki kadın hastanın, akciğer grafisi ve bilgisayarlı tomografi tetkikinde, trakeal stenoz oluşturan mediastinal kitle lezyonu saptandı. Diğer sistem muayeneleri normal idi. Transbronşial biyopsi sonucu ise benign olarak geldi. Manyetik rezonans görüntülemede vasküler yapılara bası ya da invazyon saptanmadı. Pozitron Emisyon Tomografisi ile görüntülemede lezyon hipermetabolik idi. Kitle lezyonunda görüntüleme bulguları ile benign ya da malign ayırımı yapılamadı. Trakeal striktür nedeniyle, tanı ve tedavi amacıyla olguya video yardımlı mediastinoskopi yapıldı, frozen biyopsi sonucunun non-kazeifiye fibrozan mediastinit gelmesi üzerine işlem başarı ile sonlandırıldı. Maligniteyi taklit eden, görüntüleme bulguları ile tanısı zor nontümöral nadir mediastinal bir hastalık olması nedeniyle olgu sunulmuştur.
A 27-year-old female patient was admitted with a complaint of cough and dyspnea, and was found to have a mediastinal mass lesion and tracheal stenosis on computed tomography. Other system examinations were usual. The transbronchial biopsy result was benign cytology. Magnetic resonance imaging (MRI) revealed no compression or invasion into vascular structures. The lesion was noted to be hypermetabolic in positron emission tomography (PRT) imaging. No benign or malignant differentiation could be based on the imaging findings. Due to a tracheal stricture, the patient underwent video-assisted mediastinoscopy for diagnosis and for the determination of a treatment approach. The procedure was successfully terminated upon the arrival of a frozen biopsy result with non-caseified fibrosing mediastinitis. The case is presented as a rare non-tumoral mediastinal disease that mimics malignancy and that was difficult to diagnose based on imaging findings.

12.
Azigos Lob, Akciğer Kanseri ve Amfizematöz Akciğerin Birlikte Olduğu Hastada Video Yardımlı Torakoskopik Cerrahi ile Üst Lobektomi
Upper Lobectomy with Video-assisted Thoracoscopic Surgery in a Patient with Azygos Lobe, Lung Cancer and Emphysematous Lung
Tayfun Kermenli, Cebrail Azar
doi: 10.5505/respircase.2021.57431  Sayfalar 119 - 121
Azigos lob ile birlikte küçük hücreli dışı akciğer kanserinin varlığı nadiren bildirilmiştir. KOAH ve amfizematöz akciğer hastalığı nedeniyle takip edilen hastamızda sağ üst lobda azigos lob anomalisi ve küçük hücreli dışı akciğer kanseri saptandı. EBUS ile biyopsi sonucu yassı epitel hücreli kanser olarak rapor edildi. PET-BT ve Kraniyal MR ile yapılan evrelemede uzak metastaz saptanmadığından hastaya video yardımlı torakoskopik cerrahi ile sağ üst lobektomi ve mediastinal lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Hastamızda da olduğu gibi Azigos lob, bazı torasik cerrahi girişimler açısından kısıtlamalar oluşturmaktadır, ancak bu olgu raporu, bu hastalarda video yardımlı torakoskopik cerrahi ile üst lobektominin güvenle yapılabilceğini göstermiştir.
Reports of the presence of non-small cell lung cancer along with Azygos lobe are rare in literature. The patient in the present study was being followed up for COPD and emphysematous lung disease, and an azygos lobe anomaly and non-small cell lung cancer detected in the right upper lobe. The biopsy result with EBUS was reported as squamous-cell cancer. Since no distant metastasis was detected in the staging, performed using PET-CT and Cranial MR, the patient underwent a right upper lobectomy and mediastinal lymph node dissection through “Video-Assisted Thoracoscopic Surgery”. As was the case in our patient, the azygos lobe can restrict some thoracic surgical interventions, but this case report showed that in such patients, an upper lobectomy can be performed safely through video-assisted thoracoscopic surgery.

13.
Human Koryonik Gonadotropin Yanlış Kullanımı ile İlişkili Pulmoner Tromboembolizm: Olgu Sunumu
Pulmonary Thromboembolism Associated with Human Chorionic Gonadotropin Misuse: A Case Report
Hülya Dirol, Ayşe Ödemiş, Tülay Özdemir
doi: 10.5505/respircase.2021.53824  Sayfalar 122 - 125
İnsan koryonik gonadotropin (hCG)’ in obezite tedavisinde etkili olduğuna dair ilk spekülasyonların üzerinden uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen etkinliği kanıtlanamamıştır. Ne yazık ki, pulmoner tromboembolizm ile komplike olan hCG kötüye kullanımı ile halen karşılaşmaktayız. Öncesinde bilinen bir hastalığı olmayan 54 yaşındaki kadın hasta plöritik göğüs ağrısı ile polikliniğe başvurdu. Başka solunumsal semptomu yoktu. İki ay önce kilo vermek için bir beslenme merkezine başvurmuş ve 500 kcal / gün diyetle 125 IU / gün subkutan hCG enjeksiyonuna başlamıştı. Hasta menopozda olmasına rağmen enjeksiyonlardan sonra yüzde kızarıklık, memede şişkinlik, minör vajinal kanama gibi şikayetleri gelişmişti. Vital bulguları ve fizik muayenesi normaldi. D-dimer (610 ng / dL) değeri biraz yüksek saptandı. Ventilasyon / perfüzyon sintigrafisinde mismatch subsegmental defektler görüldü. hCG enjeksiyonları hemen durduruldu. Antikoagülan tedavi başlandı. Tedaviye 3 ay devam edildi ve şimdiye kadar sorun yaşanmadı. Kilo kaybı için hCG yanlış kullanımı sırasında gelişen bir iskemik inme ve bir pulmoner tromboembolizm olgusu bildirilmiştir. Henüz kesin olmasa da benzer olgu raporları bu tür olayların bir şekilde HCG ile ilişkili olduğu şüphesini uyandırmaktadır. Mevcut olgularla bu noktaya daha fazla dikkat çekilmeli ve acilen hCG'nin diyet programı olarak kötüye kullanılmasıyla ilgili yasal düzenleme hazırlanmalıdır.
Although many years have passed since the first speculation that Human chorionic gonadotropin (hCG) could be effective in obesity treatment, its efficacy in this regard has yet to be proven. Unfortunately, we still come encounter hCG misuse, complicated with pulmonary thromboembolism. A 54-year-old female patient with no prior medical history presented to the outpatient clinic with pleuritic chest pain, but no other respiratory symptoms. Two months earlier, she had applied to a nutrition center to lose weight and had been started on a 125 IU/day subcutaneous hCG injection and a 500 kcal/day diet. After the injections, she experienced such complaints as flushing, breast bulging and minor vaginal bleeding, despite having passed menopause. Her vital signs and all physical examinations were normal. D-dimer (610 ng/dL) was slightly elevated. Mismatched subsegmental defects were determined in a ventilation/perfusion scintigraphy. She ceased the hCG injections immediately, and anticoagulant treatment was started, continuing for 3 months, although recovery has been uneventful to date. Literature contains one case in which ischemic stroke and one case in which pulmonary thromboembolism developed during hCG misuse for weight loss. Although it has yet to be proven, similar case reports increase the suspicion that such events are somehow related with HCG. More attention should be paid to this point when encountering such cases, and urgent legal regulations regarding to the misuse of hCG as part of a diet program should be prepared.

14.
Akılda Tut: Klomifen Sitrat Kullanımına Bağlı Pulmoner Emboli
Keep in Mind: Pulmonary Embolism Due to the Use of Clomiphene Citrate
Buket Mermit Çilingir, Hanifi Yıldız, Aysel Sunnetcioglu
doi: 10.5505/respircase.2021.18291  Sayfalar 126 - 129
Yirmi sekiz yaşındaki bayan hasta bir gündür devam eden göğüs ağrısı nedeniyle başvurdu. Ovulatuar disfonksiyonun klomifen sitrat ile tedavisi 20 gün önce başlatılmıştı. Hastanın nabız hızı 120 vuru / dakika ve kan basıncı 100/60 mmHg idi. Elektrokardiyografide sinüs taşikardisi saptandı. Arteriyel kan gazı testi sonucunda hem hipoksi hem de hipokapni tespit edildi. D-dimer seviyesi 5.2 µg / ml olarak ölçüldü. Bilgisayarlı tomografi anjiyografisinde sağ alt lob pulmoner arter ve alt lob segment dallarında pulmoner emboli ile uyumlu dolum defektleri görüldü. Transtorasik ekokardiyografide ejeksiyon fraksiyonu% 65 idi ve trombüs izlenmedi. Hastaya klomifen sitrat kullanımına bağlı pulmoner emboli tanısı kondu. Bemiparin sodyum ile antikoagülan tedavi başlandı ve hasta taburcu edildi. Klomifen sitrat kullanımına bağlı akut pulmoner emboli, nadir görülen ancak karşılaşıldığında yaşamı tehdit eden bir komplikasyon olabilir. Doktorlar olası pulmoner emboli riskinin farkında olmalıdır.
A 28-year-old female patient was admitted with ongoing chest pain for one day, having started treatment for ovulatory dysfunction with clomiphene citrate 20 days prior. The patient's pulse rate was 120 bpm and blood pressure was 100/60 mmHg. Sinus tachycardia was detected on electrocardiography. Both hypoxia and hypocapnia were detected on an arterial blood gas test. The patient’s d-dimer level was measured as 5.2 µg/ml. A computed tomography angiography revealed filling defects in the right lower lobe pulmonary artery and lower lobe segment branches, consistent with pulmonary embolism. The ejection fraction was 65% on the transthoracic echocardiography and no thrombus was observed. The patient was diagnosed with pulmonary embolism due to clomiphene citrate use, and started on anticoagulation therapy with bemiparin sodium, and was subsequently discharged. Acute pulmonary embolism due to the use of clomiphene citrate is an uncommon but life-threatening complication when encountered. Physicians should be aware of the potential risk of pulmonary embolism.

15.
Swyer-James-Macleod Sendromu ve Antifosfolipid Antikor Sendromu: Nadir Bir Olgu Sunumu
Swyer-James-Macleod Syndrome and Antiphospholipid Antibody Syndrome: A Rare Case Report
Melike Yüksel Yavuz, Ahmet Daylan
doi: 10.5505/respircase.2021.94899  Sayfalar 130 - 134
Swyer-James-Macleod sendromu (SJMS), etiyolojisinde çocukluk çağı alt solunum yolu enfeskiyonlarının yer aldığı düşünülen obliteratif bronşiolitis durumudur. Hastalar ileri yaşlara kadar tanı alamayabilir. Noninvaziv toraks görüntüleme yöntemleri ve öykü ile tanısı konulmaktadır. Antifosfolipid antikor sendromu (AFAS) tekrarlayan vasküler tromboz, nedeni açıklanamayan fetal kayıplar ve trombositopeni ile seyreden multisistemik otoimmün bir hastalıktır. Hastaların yüzde 70’i kadındır. Erkek hastalar için de tekrarlayan veya olağan dışı trombozlarda ve genç yaştaki unprovake trombozu olan olgularda ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır. Akut periferik trombüs klinik tablosunda başvuran 33 yaşındaki erkek olgu dispne nedeniyle göğüs hastalıklarına konsülte edildi ve SJMS tanısı aldı. Takiplerde, yapılan ileri tetkikler sonrasında, hastaya AFAS tanısı konuldu. Olgumuz, nadir görülen bu iki sendromun eş zamanlı birlikteliği nedeniyle bildirilmiştir.
Swyer-James-Macleod syndrome (SJMS) is an entity of obliterative bronchiolitis, the etiology of which has been linked to childhood infections of the lower respiratory tract. Patients may not be diagnosed until older ages, and is based on noninvasive thoracic imaging methods and under the guidance of the patients' history. Antiphospholipid antibody syndrome (AFAS) is a multisystemic autoimmune disease that manifests with recurrent vascular thrombosis, unexplained fetal losses and thrombocytopenia, with 70% of cases being female. It should also be kept in mind in the differential diagnosis of recurrent or unusual thrombosis and unprovoked thrombosis at young ages. A 33-year-old male patient who presented with acute peripheral thrombus underwent a pulmonologist consultation due to dyspnea, and was diagnosed with SJMS. After further investigations during follow-up, the patient was diagnosed with AFAS. We report on this case due to the synchronous coexistence of these two rare syndromes.

16.
Endobronşiyal Lenfoma: Olgu Sunumu
Endobronchial Lymphoma: A Case Report
Hüseyin Fatih Sezer, Aykut Eliçora, Tuba Çiftçi Küsbeci, Salih Küçük, Fuad Pasiyev, Demir Kursat Yıldız, Çiğdem Vural, Umay Kiraz, Ahmet Ilgazlı
doi: 10.5505/respircase.2021.45762  Sayfalar 135 - 138
Non-Hodgkin lenfomalar lenfoid dokulardan, esas olarak lenf düğümlerinden kaynaklanan tümörlerdir. Non-Hodgkin lenfomalarda trakeobronşiyal tutulum nadir olmakla birlikte ekstranodal lenfomalı hastalarda %3,6 oranında trakeobronşiyal tutulum bildirilmiştir. Çalışmamızda göğüs ağrısının atipik bir sebebi olarak saptadığımız, endobronşiyal tutulumu sağ ana bronşu tümüyle obstrükte ederek total atelektaziye yol açan ve bronkoskopik biyopsi ile tanı alan tümör olgusundaki deneyimimizi sunmayı amaçladık.
Non-Hodgkin lymphomas are tumors that develop in lymphoid tissue, and mainly in the lymph nodes. Although tracheobronchial invasion is rare in Non-Hodgkin lymphomas, it has been reported in 3.6% of patients with extranodal lymphoma. We present here our experience of a tumor identified as an atypical cause of chest pain that led to a total atelectasis by obstructing the right main bronchus with endobronchial invasion, diagnosed with bronchoscopic biopsy.

17.
İlk Bulgusu Plevral Effüzyon Olan T-Hücreli Akut Lenfoblastik Lösemi: Olgu Sunumu
T-Cell Acute Lymphoblastic Leukemia Presenting with Pleural Effusion: A Case Report
Hasan Furkan Avcı, Oğuzhan Okutan, Tayfun Çalışkan, Gözde Kalbaran Kısmet, İlyas Kocabağ
doi: 10.5505/respircase.2021.09821  Sayfalar 139 - 142
Akut lenfoblastik lösemi, kemik iliği, kan ve diğer organlarda immatür lenfoid hücrelerin monoklonal proliferasyonu ve yayılımı ile sonuçlanan, lenfoid hastalıklar içinde heterojen bir hastalık grubudur. Klinik prezantasyonu genelde nonspesifiktir. Bunlar içinde en sık görülenleri, halsizlik, güç kaybı, kanamaya meyilde artış veya belirgin kanamalar, nefes darlığı, baş dönmesi ve enfeksiyonlardır. Ateş, gece terlemesi ve kilo kaybı gibi B semptomları da görülebilir. Akut lenfoblastik lösemi hastalarında ilk bulgu olarak plevral effüzyonun görülmesi nadir bir durumdur. Plevral effüzyon nedeniyle yapılan tetkikler ile T-Hücreli Akut Lenfoblastik Lösemi tanısı konan 55 yaş kadın hasta, burada sunulmuştur.
Acute lymphoblastic leukemia is a heterogeneous group of lymphoid disorders that are linked to the monoclonal proliferation and expansion of immature lymphoid cells in the bone marrow, blood and organs. The clinical presentation of acute lymphoblastic leukemia is usually nonspecific, while symptoms typically include fatigue, lack of energy, easy bruising or obvious bleeding, dyspnea, dizziness and infections, and B symptoms such as fever, night sweats or weight loss can occur. Pleural effusion, as the first clinical manifestation of acute lymphoblastic leukemia, is relatively rare. We present here the case of a 55-year-old female patient diagnosed with T-cell Acute Lymphoblastic Leukemia based on examinations performed due to pleural effusion.

18.
Akut lösemiye Sekonder Hiperlökositozlu Yoğun Bakım Hastasında Sahte Hipoksemi
Spurious Hypoxemia in an Intensive Care Patient with Hyperleukocytosis Secondary to Acute Leukemia
Muhammet Faruk Hekimoğlu, Sevil Ayaydın Mürtezaoğlu, Mehtap Pehlivanlar Küçük
doi: 10.5505/respircase.2021.57689  Sayfalar 143 - 147
Hiperlökositozlu yoğun bakım hastalarında ortaya çıkabilen ve arteriyel kan gazı analizlerinde "sahte hipoksemi" olarak adlandırılılan nadir bir fenomen tanımlanmıştır. Hiperlökositoz, sahte hipokseminin yaygın bir nedenidir. Bilinen kronik hastalığı ve ilaç kullanımı olmayan, halsizlik, ellerde şişme, kan tükürme şikayetiyle başvuran 53 yaşında, yeni tanı akut myeloid lösemili erkek hasta, periferik oksijen satürasyonu ile arteriyel kan gazı değerleri arasındaki uyumsuzluk nedeniyle literatür ışığında sunulmuştur. Bu olgu sunumunun amacı, hipokseminin gerçekten beklenebileceği ancak gerçekte hipoksemik olmayan hastalarda tedavi prosedürünü belirlemede, sahte hipokseminin önemini vurgulamaktır.
A rare phenomenon that can occur in intensive care patients with hyperleukocytosis has been identified that is known as “spurious hypoxemia“ in arterial blood gas analyses. Hyperleukocytosis is a common cause of spurious hypoxemia. A 53-year-old male patient who was newly diagnosed with acute myeloid leukemia, and who had no known chronic disease or drug use, presented with complaints of weakness, swelling of the hands and blood spitting, and is reported on here in the light of the literature due to the inconsistency between the peripheral oxygen saturation and arterial blood gas values. The aim in presenting this case report is to emphasize the importance of spurious hypoxemia in patients in which hypoxemia may be expected, but who are not actually hypoxemic, for the determination of a treatment procedure.

19.
Dapsone Kullanımına Bağlı Gelişen Methemoglobinemi Olgusu
A Case with Methemoglobinemia due to Use of Dapsone
Emine Aksoy, Özlem Yazıcıoğlu Moçin
doi: 10.5505/respircase.2021.52385  Sayfalar 148 - 151
Methemoglobinemi, sıklıkla Dapsone ve Benzocain gibi ilaçların kullanımıyla ortaya çıkan hayatı tehdit eden bir durumdur. Dapson, B5 redüktaz enzimini inhibe ederek eritrositlerde oksidasyonu azaltarak methemoglobinemiye neden olur. Bu makale de ürtiker nedeniyle bir ay boyunca 100 mg / gün dapson kullanan methemoglobinemi olgusu sunuldu. Hasta bir haftadır devam eden eforla halsizlik, ateş, terleme, peri-oral, periferik siyanoz ve cilt lezyonları ile başvurdu. Pulse oksimetre ile ölçülen oksijen satürasyonu % 88 idi. Arteryel kan gazındaki (AKG) methemoglobin (MetHb) seviyesi tanı anında% 10,7 idi. Hastanın takibinde, oksijen desteği verildi ve Dapsone tedavisi kesildi. Hasta klinik takipte iyiydi ve 7. günde AKG'da MetHb düzeyi normal sınırlardaydı (% 2,8) ve siyanoz saptanmadı. Daha önce akciğer veya kalp hastalığı olmayan siyanoz ile başvuran bir hastada methemoglobinemi akılda tutulmalı ve ilaç öyküsü de sorgulanmalıdır.
Methemoglobinemia is a lethal condition that is most commonly seen with use of drugs such as dapsone and Benzocain. Methemoglobinemia associated with dapsone use is a result of decreased oxidation in erythrocytes due to the inhibition of the B5 reductase enzyme. We present here a case who developed methemoglobinemia while taking dapsone 100mg/day for a month due to urticaria. The male patent developed such symptoms as malaise, sub-febrile fever, sweating, peri-oral and peripheral cyanosis with exertion, and skin lesions for a week. Oxygen saturation with pulse oxymetry was 88%, and the methemoglobin (MetHb) level in the arterial blood gases (ABG) was 10.7% at time of diagnosis. The patient was monitored, oxygen was initiated and dapsone was discontinued. The patient recovered during follow-up and the MetHb level became normal (2.8%) in ABG on the 7th day, and the cyanosis disappeared. Patients presenting with cyanosis and with no known previous pulmonary or cardiac disease should be evaluated for Methemoglobinemia, and drug history of the patient should also be reviewed.

DERLEME
20.
Sigara İçmek ve COVID-19
Smoking and COVID-19
Kadir Canoğlu, Tayfun Caliskan, Zafer Kartaloğlu
doi: 10.5505/respircase.2021.62144  Sayfalar 152 - 159
SARS-CoV-2'nin solunum yollarını etkilediği ve hastalarda pnömoni ve solunum yetmezliğine neden olduğu bilinmektedir. Sigara içmek enfeksiyonlar dahil birçok solunum yolu hastalığına yatkınlığı artırmakta ve bu hastalıkların prognozunu ve ölüm oranını etkilemektedir. Akciğerlerde SARS-CoV-2 için bağlanma yeri olduğu bildirilen anjiyotensin dönüştürücü enzim-2'nin artan seviyeleri, sigaranın COVID-19 hastalığı üzerinde olumsuz etkileri olduğunu düşündürmektedir. Bu derlemede, sigara ve COVID-19 arasındaki ilişki, mevcut literatürle birlikte incelenmiştir.
It is known that SARS-CoV-2 affects the respiratory tract and causes pneumonia and respiratory failure in patients. Smoking increases susceptibility to many respiratory diseases, including infections, and affects the prognosis and mortality of these diseases. The increased levels of angiotensin converting enzyme-2, which is a binding receptor for SARS-CoV-2 in the lungs, suggest that smoking has negative effects on patients with COVID-19. In this review, the relationship between smoking and COVID-19 is examined with a review of current literature..

LookUs & Online Makale